Türkiye İş Gücü Piyasasının Yapısal Özellikleri -4-

Staj ve mesleki rehberlik ile iş başı eğitimi programlarının yaygınlaştırılması ile İŞKUR’un düzenlediği mesleki eğitimlerde özel sektörün payının artırılması için neler yapılabilir? Özel sektör bu alana nasıl çekilebilir?

Yukarıda da söylendiği gibi İŞKUR ile özel sektör kuruluşları adeta taşın altına ellerini beraber koymalıdırlar. Kurumların tamamı birbirlerinden haberdar olmalıdırlar. İŞKUR, özel sektör ne talep ediyor bunu adı gibi bilmelidir. Özel sektör de İŞKUR’un fedakarlığını göz önünde tutarak işbirliği içerisine girmelidir. Staj imkanlarını artırmalı, İŞKUR’un düzenlediği eğitim programlarına aktif katkı sunarak gerçek anlamda bir işbaşı eğitim imkanı sağlamalıdır. Yani staj yapan kişi, fotokopi çekmek ya da evrak getirip götürmenin haricinde o işyerinin tam gün süreli çalışanıymış gibi hareket ettirilmeli ve işi gerçek anlamda öğrenmeye zorlanmalıdır.

Aktif işgücü programlarının temel uygulayıcısı olan İŞKUR’un kurumsal kapasitesini ve tanınırlığını artırmak amacıyla mevcut uygulamalar dışında neler yapılabilir?

Kurumsal kapasitesinin artırılması muhakkak ki bütçe gelirleri ile ilgilidir. Bu noktada AB fonlarından alınacak olan kapsamlı projeler kapsamında daha büyük oranlarda faydalanılması gerekmektedir. Ayrıca, çok büyük sorun olduğu yukarıda da değinilen tanınırlığı artırmak hususunda kesinlikle ve kesinlikle yazılı ve daha ağırlıklı olarak görsel basın kullanılmalıdır. Sadece devletin kanalında değil, ağırlıklı olarak izlenen ulusal diğer tüm kanallarda İŞKUR’un bünyesi ve fonksiyonları hakkında bilgi verilmelidir. Hatta bu bilgi verilirken, kolay anlaşılmasına vesilece olacak kısa filmlerin çekilmesi ve algının artırılması gerekmektedir.

Ne?
Neden?
Nasıl?

Aktif işgücü programları kapsamında İŞKUR’un yanı sıra, KOSGEB ve MEB gibi söz konusu hizmetleri sunan diğer kurumların bu hizmetleri daha etkin bir şekilde sunmaları için neler yapılabilir? Söz konusu kurumlar arasında yeterli koordinasyon var mı?

Söz konusu kurumlar arasında tam bir koordinasyonun bulunmadığı aşikardır. Sorunun temeli, ihtiyaç analizlerine yeteri kadar başvurulamamasıdır. MEB, ihtiyaç analizini sadece İŞKUR’un omuzlarına yüklememelidir. MEB’in kendi bünyesinde de gerçekleştirebileceği işgücü ihtiyaç analizleri neticesinde gerekli olan eğitim reformlarını yerine getirmesi belki de tüm bu gelişmeler arasında birincil derecede önem arz etmektedir. MEB, piyasalara yönelik kestirimde bulunması ve bu analizler neticesinde stratejik planlamalarını oluşturmadığı yani diğer bir ifadeyle çok hızlı değişen taleplere aynı hızda cevap verebilecek eğitim müfredatlarını oluşturmadığı sürece başarılı olması beklenemez.

Sosyal yardımlar ile aktif işgücü programları arasındaki bağın daha etkin bir şekilde kurulabilmesi için neler yapılmalıdır?

Sosyal yardımlar, devletin tek başına finanse ettiği ve ihtiyaç duyan kişilere karşılıksız olarak yapmış olduğu parasal yardımlardır. Aktif işgücü piyasası politikalarına başvuranların çok büyük bir kısmı da işsiz olduğundan ötürü çoğu zaman geçim sıkıntısı ya da yoksulluk süreciyle karşı karşıya olanlardır. Üstelik bu kesimin büyük bir çoğunluğunun yararlanma şartlarının ağırlığından ötürü işsizlik sigortasından faydalanamadığı da ortadadır. Aktif işgücü piyasası politikalarına olması gerekenden çok daha az kişinin başvurduğu da yine bilinen bir gerçektir. O halde, aktif işgücü piyasası politikalarına başvuran ve bu programları başarı ile tamamlayan ve aynı zamanda işsizlik sigortasından faydalanamayan kişilere sosyal yardımlar çerçevesinde nakdi yardımlar yapılabilir ve bu durum bu programlara katılanların sayısının artmasına vesile olabilir.

Ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleri ve işgücü piyasasının taleplerin uygun bir şekilde işgücünün niteliği nasıl geliştirilmelidir?

Ülkemizin sahip olduğu genç nüfus potansiyeli ortadadır. Bugün gelişmiş olarak kabul gören hiçbir AB üyesi ülkenin bizim kadar genç bir nüfusa sahip olmadığı bilinmektedir. Ayrıca yine bu ülkelerle kıyaslandığında yaşlılık sorunuyla henüz karşılaşmadığımız da ortadadır. Ancak bu demografik fırsatın yatırımlara dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu da sahip olunan bu genç nüfusun beşeri sermayelerine yapılacak olan yatırımdan geçmektedir. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin dünya ekonomisindeki ve gelişmişliğindeki yeri, önümüzdeki onbeş yirmi yılı nasıl değerlendireceğine bağlı bulunmaktadır. Şayet, gerekli olan eğitim atılımları tüm yönleriyle birlikte hayata geçirilebilirse, şüphesiz büyük bir kalkınmanın başlanacağı söylenebilir.