Sosyal Politika Yazıları 2

SOSYAL POLİTİKA – DEVLET İLİŞKİSİ

Her ne kadar sosyal politikanın aktörleri arasında sivil inisiyatif, din, işletme, özel sektör, sivil toplum kuruluşları bulunuyor olsa da sosyal politika önlemlerinin alınmasında görev alan kurumların en önemlisinin devlet olduğu unutulmamalıdır. Sosyal nitelikli politikalar bütününden oluşan sosyal politika her şeyden önce bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla devlet, sosyal politikanın temel tarafıdır. Devlet çıkardığı kanunlarla, oluşturduğu kurumlar, işveren ve arabulucu rolü ile sosyal politikaların oluşturulmasında temel rol oynamaktadır. Yaptırım gücüne sahip olan devlet, her dönem ve sistemde toplumsal yapıya yön veren, önemli ekonomik ve sosyal rol ve işlevler üstlenmiştir. Refahın sağlanması amacıyla kaynakların yönlendirilmesi ve dağıtılması ise modern devletin en önemli görevleri arasında sayılmaktadır.

Ülkenin siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel yapısı ile uluslar arası faktörler devletin sosyal politikaların oluşturulmasındaki rolünü kapsam ve içerik olarak etkilemektedir. Gelişimi insan hakları ve demokratik hakların yanında birçok değişkene bağlı görülmektedir. Sosyal politika, devletin ideolojisine, toplumların gelişmişlik düzeylerine göre kapsam ve içerik değişiklikleri gösterdiğinden ötürüdür ki, her dönemi kapsayacak bir tanımlamasının yapılması oldukça güç görülmektedir. Gerçekten de sosyal politika, gerek kavram ve gerekse de bu politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında rol alan kurumlar bakımından sınırları kesin çizgilerle belirlenmemiş bir bir bilim dalıdır.

“Sosyal politika, devletin ideolojisine, toplumların gelişmişlik düzeylerine göre kapsam ve içerik değişiklikleri gösterdiğinden ötürüdür ki,”

Sosyal politika ile devlet arasındaki ilişki amaçları itibariyle her ikisinin de taraflar ve değişik çıkar grupları arasında denge ve uzlaşma sağlayıcı rol oynamalarında yatmaktadır. Sosyal politikanın ortaya çıkış nedenlerinden biri olan kötü çalışma koşulları ile devletin bu gelişmelere paralel olarak çalışanların haklarını koruyucu düzenlemeleri devreye soktuğu liberal dönem bu ilişkiyi netleştirmesi bakımından örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca devletin ülkedeki sosyal gelişmeyi hızlandırıcı, bütün grup ve sınıfları dikkate alan politikalara yöneldiği bilinmektedir. Bu çerçevede, eğitim, sağlık, gelir dağılımı, sosyal güvenlik, istihdam politikaları yoluyla ülkenin ekonomik ve sosyal refahını sağlayacak tedbirler almaya başladığı dönemlerde, sosyal politika kavramının devlet aracılığıyla uygulanabilirlik kazandığı söylenebilir.

Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan “bırakınız yapsınlar” felsefesi, sosyal yapıdaki mevcut sorunları çözmede yetersiz kalmıştır. Sanayi kapitalizminin ortaya işçi sınıf ile ilgili yeni ve ciddi problemler çıkarması, sosyal devlet kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çünkü ortaya çıkan sosyal sorunlar mevcut hukuksal düzeni ciddi şekilde tehdit etmiştir. Ortaya çıkan sosyal devlet kavramının ise içerisinde bulunduğu dönemin sosyo-ekonomik özelliklerine göre farklılaşan rollere sahip olduğu söylenmelidir.

sanayi_devrimi

Devletin sosyal politikadaki değişen rolünü incelerken, öncelikle devletin sürece üç biçimde dahil olduğu tespitinin yapılması daha doğru olacaktır. Buna göre devlet sisteme ilk olarak, finansman sağlayıcı fonksiyonu ile katılabilir. İkincisi, bizzat yardımları ya da hizmetleri sunan aktör olarak. Üçüncüsü devlet, sosyal politika sistemlerini veya uygulamalarını düzenlemek suretiyle sisteme dahil olabilir. Günümüzde bile pür kapitalist ekonominin varlığını iddia etmek zordur. Liberal veya kapitalist ekonomiye dayalı ülkelerde bile devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahale ederek sosyal ve ekonomik faaliyette birtakım fonksiyonlar üstlendiği görülmektedir. Böylece, makro ekonomik politikaları ile sosyal kaygıları olan, niteliksel anlamda “sosyal devlet”e dönüşen bir devlet anlayışı karşımıza çıkmaktadır.

Sosyal ya da refah devletinin tanımının “bireylere ve ailelere asgari bir gelir güvencesi garanti eden, onları toplumdaki tehlikelere karşı koruyan, onlara sosyal güvenlik olanakları sağlayan, toplumsal konumları ne olursa olsun tüm vatandaşlara eğitim, sağlık, konut gibi sosyal hizmetler alanında belirli bir standart getiren devlet” olduğu düşünüldüğünde, hemen tüm alanların sosyal politikanın uygulama atölyesi olduğu anlaşılmaktadır. Yoksulluğa karşı, işsizliğe karşı mücadele, asgari bir geçim düzeyinin sağlanması, sosyal güvenlik sistemi ve sosyal yardımlar, eğitim, sağlık, konut politikaları gibi uygulamalar sosyal politikanın temel uygulama alanlarıdır.

Refah devleti kavramı ilk kez Almanya’da 19. Yüzyılın sonunda sosyal güvenlik alanında alınan önlemler nedeniyle kullanılmaya başlanmıştır. Ancak kavramın gerek gelişimi, gerek yaygın anlamda kullanımı II. Dünya Savaşı sonrasındadır. Başlangıçta daha sınırlı bir hedef ve kapsamı olan refah devleti, sosyal politikanın genişlemesine paralel olarak zamanla yaygınlaşıp genişlemiştir.

Refah devletinin gelişim aşamalarını kabaca dört dönemde belirtmek mümkündür. Bunlar; 1870’lerde başlayan ve bir deneyim kazanma dönemi olarak adlandırılan birinci dönem, 1930’lardan 1940’ların sonlarına kadar uzanan pekiştirme-sağlamlaştırma dönemi olarak da ifade edilebilecek olan ikinci dönem, 1950’lerden 1970 ortalarına dek devam eden ve büyüme-yayılma dönemi olarak anılan üçüncü dönem ve 1970 ortalarından günümüze değin süregelen ve dördüncü aşama olarak kabul edilen sorgulanma ve yeniden yapılanma dönemi dönemleridir.

Büyüme-yayılma dönemi olarak ifade edilen ve literatürde altın çağ olarak da bilinen 1945-1975 yılları Keynes’in öncülüğünde kurulan ve Türkiye dahil pek çok ülkede geniş yankı uyandıran Keynesyen Refah Devleti, aslında soğuk savaş yıllarına ve kapitalist sistemin Altın Çağına özgü bir devlet biçimi olarak, büyük bir toplumsal uzlaşmaya sahne olmuştur. Keynes’in öncülüğünde ilerleyen talep yöntemi, öncelikle yüksek bir büyüme sağlamış, ardından istihdamın artmasına yol açmış, ücret ve çalışma koşullarını iyileştirmiştir. Hızlı ekonomik büyüme, gelişim halindeki refah devletleri için maddi kaynak sağlamış, bu yolla sağlık, sosyal güvenlik, eğitim ve konut gibi alanlarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu minvalde savaş sonrası yıllardan başlayarak, 1980’li yıllara kadar GSMH içinde sosyal refah hizmetlerine ayrılan pay giderek artmıştır. Bununla birlikte Keynesyen refah devleti modelinin, krizin başladığı yıllara değin Avrupa toplumlarının nüfus, aile ve iş piyasası yapıları ile iyi derecede bir uyum içerisinde olduğu da bilinmektedir Yüksek doğum oranı, kısa yaşam süresi, büyüyen sanayi istihdamı, düşük kadın istihdam oranı, erkeğin reis olduğu aile modeli ve geleneksel cinsiyet ilişkileriyle uyumlu sosyal refah önlemlerinin giderek geliştiği görülmektedir. Ancak toplumsal yapı değişmeye başladıkça, refah devleti ve sosyo-ekonomik realite arasındaki bu uyum erimiştir.