Kaç Tür Refah Devleti Bulunmaktadır?

   Refah devleti sınıflandırılmasına ilişkin olarak, bilim adamı ve araştırmacılar tarafından en çok benimsenen tasnif, Esping-Andersen’in “Three Worlds of Welfare Capitalism” adlı kitabında ana hatları çizilen sınıflandırma olmuştur. Metnin sonuna doğru bu tasnife değineceğim. Bu tasnifin haricinde Wilensky ve Lebeaux’un 1958 yılında yazdığı ve refah devletlerini iki türe ayıran çalışmada, sosyal refah kurumlarına “kalıntı” ve “kurumsal” bir bakış açısıyla yaklaşılmıştır. Kalıntı refah rejimi yaklaşımına göre, normalde refah sağlaması gereken kurumlar olan aile ve piyasa bu işlevini yerine getiremediğinde, refah sağlama rolü devlete düşmektedir. Kurumsal refah rejimi yaklaşımına göre ise, normal olan devletin refah sağlama işlevidir. Bu işlev, modern sanayi toplumlarının en önde gelen görevidir.

   Richard Titmuss, refah devletlerini farklı bir yaklaşımla üçe ayırmıştır. Bu ayrım, refah devletlerini; kalıntı refah modeli, endüstriyel başarı-performans modeli ve kurumsal-yeniden bölüşümcü model olarak ele almaktadır. Kalıntı refah modeli; muhtaç durumdakilere temel yardım ya da hizmetler sağlamada, devletin piyasaya müdahale etme rolünü sınırlandırmakta, yalnızca yoksullar için minimal bir devlet yardımı öngörmektedir. Aynı Wilensky ve Lebeaux da görüldüğü üzere, piyasa ve aile başarısız kaldığında, devlet geçici olarak refah sağlamalıdır.

   Endüstriyel başarı modeli ise, daha ziyade sosyal sigorta ilkesine uygulanmaktadır; sosyal devletin sunduğu yararları, istihdam ve sigorta kurumlarına aidat ödemeye / katkıda bulunmaya bağlı kılmaktadır. Bireyler, sosyal refah hizmetlerinden yararlanabilmek için ekonomik olarak aktif çalışıyor olmalıdırlar. Kurumsal modelde ise devlet, yeniden dağıtıcı sosyal politikalar uygulayarak, evrensel hakları garanti ederek ve bütün vatandaşlara kamu hizmetleri sağlayarak, piyasanın geliri paylaştırmasına müdahale etmektedir.

   Gelelim dünyada refah devleti sınıflandırılmasında en fazla kabul gören Gosta Esping-Andersen’in üç tip refah rejimi ayrımına. Andersen refah devletlerini; Liberal refah modeli (ABD, İngiltere), muhazakar veya Kıta Avrupa’sı refah modeli (Fransa, Almanya, Belçika) ve sosyal-demokratik veya İskandinav refah modeli (İsveç, Danimarka) olarak üçlü bir sınıflandırmaya tabi tutmuştur.

   Esping – Andersen’e göre refah rejimleri arasındaki en temel farklılıklar, üç politik geleneği yansıtmaktadır. Liberal görüş sahipleri, “kalıntı” bir refah devleti anlayışını (devlet, çalışma müşevviklerini ve bireysel tercihi sınırlayarak özgür piyasalara müdahale etmemelidir); muhafazakar ve Hristiyan Demokrat görüş sahipleri “parasal destekleme” anlayışını; Sosyal-Demokrat görüş ise, “evrensel” ve “yeniden dağıtıcı” bir refah devleti anlayışını ön planda tutmaktadır.

Liberal Refah Rejimleri

   “Kalıntı refah rejimleri” ya da “Anglo-Sakson model” olarak da adlandırılan liberal refah rejimleri, devletin vatandaşlara sağladığı yararların asgari düzeyde olduğu ve genellikle gelir araştırmalarına bağlı kalınarak ve yararlananları damgalayarak ilerleyen bir sistematiğe sahip olduğu bilinmektedir. Eğilimi, daha az harcama yönünde olup, ABD, Kanada ve Avustralya bu türün önde gelen örneklerindendir. İngiltere ve Yeni Zelenda da bir dereceye kadar bu tür refah rejimine sahiptir. Burada devlet, son çare olarak başvurulacak bir merci görevi üstlendiğinden, yalnızca en kötü durumda olanlara gelir transferi yapılmakta, dolayısıyla temel sosyal yardım programları gelir araştırmasına başvurmayı gerekli kılmakta ve

sosyal sigorta yararları oldukça mütevazi bulunmaktadır. Liberal refah rejimi kapsamındaki ülkelerde sosyal demokrat refah rejimi ülkelerinden farklı olarak kamu sektörü istihdamının düşük, özel sektör istihdamının ise OECD ortalamasının üzerinde olduğu görülür. Temel sorunları, artan sosyal eşitsizlik ve yoksulluktur. Ulusal sağlık hizmeti hariç, hakim anlayış, devletin yalnızca muhtaç durumda olanları seçerek, onlara yarar sunması anlamına gelen kalıntı refah devleti yaklaşımıdır.

Muhafazakar – Korporatist Refah Rejimleri

   Avusturya, Fransa, Almanya, İtalya ve Belçika bu türe uygun düşecek refah sistemlerine sahiptirler. Almanya, genelde bu türle ilgili değerlendirmelerde ele alınan temel örnektir. Bu rejim tipi birçok farklı ad alır; Sosyal sigorta modeli, Kıta Avrupası Modeli, Kurumsal Refah Rejimleri, Bismark Ülkeleri Modeli, Alman modeli ve daha yakın zamanlarda ise Hristiyan Demokratik rejimler gibi. Orijini itibariyle anti-liberaldir, çünkü piyasa verimliliğinden çok, geçmişten miras kalmış hiyerarşik sosyal düzeni muhafaza etmekle daha çok ilgili bulunmaktadır. Sosyal haklar geniştir ve özel refah düzenlemelerinin (piyasa) yalnızca marjinal bir rolü söz konusudur. Bu ülkelerdeki sosyal harcamalar liberal refah devletlerdekinden önemli bir oranda

fazladır ve gelir transferleri, erkek aile reislerinin gelir gereksinimlerini karşılamada yeterlidir. Kadının istihdamını ve kadınlara iş sağlamayı kolaylaştıran sosyal hizmetler mütevazidir. Hem toplam istihdam düzeyi hem de kadınların işgücüne katılım oranları düşüktür.

“Sosyal Demokrat Refah Rejimleri

   Evrensel refah rejimleri, İskandinav modeli ya da modern refah rejimleri olarak da adlandırılmaktadır. Bu rejim türünün önde gelen ülkesi İsveç’tir. Bu nedenle “İsveç Modeli” adıyla anıldığı da olmaktadır. Diğer ülkeler ise Norveç, Danimarka, Hollanda ve Finlandiya’dır. Bu tür rejimlerde öne çıkan ilkeler, evrensellik, sosyal dayanışma ve sınıflar arasında eşitliktir. Yararlar, büyük oranda, yüksek vergi düzeyleri getiren ve temel refah aktörü durumunda olan devlet tarafından sağlanmaktadır. Orta sınıf ve çalışan sınıf için yüksek yararlar söz konusudur. Minimum gereksinimlerin karşılanmasına dayalı bir eşitlikten ziyade, gereksinimlerin yüksek düzeyde karşılanması ile oluşacak eşitliği hedefleyen bir refah devleti anlayışı hakimdir. Bu modelde aynı zamanda, sosyal eşitlikle ekonomik etkinliğin en iyi şekilde kombine edildiği de gözlenmektedir.

   Sosyal demokratik refah devletleri, devletin yoğun sosyal haklar sağladığı, özel refah düzenlemelerinin ise marjinal bir düzeyde olduğu bir toplum modelini temsil etmektedir. Ancak, haklar korporatist olmakdan ziyade evrenseldir, dolayısıyla statü farklılıklarını korumadan ziyade, vatandaşların eşitliğini vurgulamaktadır. Bu nedenle, Kıta Avrupası modelinin tersine, gelirin yeniden dağıtımı ve herkese yüksek düzeyde gelir güvencesi sağlama üzerinde önemle durulmaktadır.