Emek Teorilerinde Yeni Yaklaşımlar

   İlkel toplumlarda özel mülkiyetin ve sermaye birikiminin olmadığı ilkesinden yola çıkarak değerin tamamen emek tarafından yaratıldığı fikrini ortaya atan Adam Smith’in bu görüşü, özellikle David Ricardo ve Karl Marx tarafından sorgulanmış ve daha geniş bir perspektifte tüm zamanlar dahilinde değeri yaratan tek faktörün emek olduğu ilkesine dönüştürülmüş ve emek-değer teorisi adını almıştır. Teori, sahip olduğu dinamiklerden ötürü sermaye odaklı kapitalizmin kar teorisine açık bir meydan okuma özelliği taşıdığından Jean Baptiste Say ve William Nassau Senior tarafından yumuşatılmaya çalışılmış; Marjinalist Devrimin öncülerinden William Stanley Jevons ve Carl Menger tarafından bertaraf edilerek yerine marjinal fayda teorisi konulmuştur. Emek-değer teorisinde değerin ana kaynağı olan emek, marjinal fayda teorisiyle birlikte tüketici tercihlerine göre form alabilen türev bir üretim faktörü haline dönüşmüştür. Emeğin değer yaratan tek üretim faktörü mü yoksa değeri yaratan üretim faktörlerinden biri ya da en önemlisi mi olduğu konusu bugün de küreselleşen ve değişen dünya ekonomisinin birincil derecede üzerinde tartışma yarattığı konuların başında gelmektedir.

   Günümüzde yukarıda temel olarak yer alan emek teorilerine ilave bazı bakış açıları geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun en önemli nedeni kuşkusuz ki, 1980 sonrası küreselleşme ve onun reel piyasalardaki izdüşümü olan neo-liberal politikaların çalışma hayatında ve emek üzerinde meydana getirdiği değişikliklerdir. Bu değişiklikler içerisinde Michael Hardt ve Antonio Negri’nin “İmparatorluk” adlı eserlerinde ortaya koydukları “maddi-olmayan emek”, “bilişsel kapitalizm” ve “duygulanımsal emek” çerçevesi; ikincisi ise Richard Sennett’in kaleme aldığı “Karakter Aşınması” adlı eserinde ortaya koyduğu neo-liberal dönemde maddi-olmayan emeğin çalışma yaşamındaki konumuna yönelik gözlem ve değerlendirmelerdir.

   Emeğe yeni bakış açısı yaratmaya yönelik bu teorilerin ortak verilerinin; sanayinin hakim olduğu ekonomiden hizmetler ve enformasyonun hakim olduğu ekonomiye geçiş; bilgiye atfedilen güç; esnek çalışma sistemlerinin yaygınlaşması; soyut malların üretiminin artış göstermesi; çalışma yaşamı ile gündelik yaşam/boş zaman arasındaki ayrımın belirsizleşmesi ve nihayet bütün bu gelişmelerin ekseninde yeniden tanımlanan değer yasası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.