Çalışma Hayatı ile Akademi, Siyaset ve Demokrasi İlişkileri

Özellikle 1980’li yıllardan sonra çalışma hayatının tüm katmanları, küreselleşme sürecinin işletmeler üzerinde yaratmış olduğu etkiler çerçevesinde şekillenmeye başlamıştır. Bu etkilerin en önemlileri kuşkusuz ki, sınırların kalkmasının paralelinde çok uluslu işletmelerin başrolü oynamaya başlaması, teknolojinin baş döndürücü bir hızla değişikliğe uğraması ve amansız bir rekabetin yaşanmaya başlamış olmasıdır. Sürekli olarak değişen ve gelişen çevresel faktörlere uyum sağlayabilen işletmeler sürdürülebilir bir büyüme performansına erişirken; gelişmeleri takip etmeyen ve kendini yenilemeyen işletmeler ise her türlü başarısızlığa çanak tutmaktadırlar. Küresel pazarların işletmelere sunduğu fırsat ve olanaklardan başlıcaları; yeni pazarların keşfi, daha güçlü büyüme şansı, ucuz işgücü (çalışan açısından değerlendirildiğinde olumsuz) ve hammadde sağlama kolaylığı ile nitelikli insan gücüne daha kolay erişim hususlarındadır.

1980_fabrika
... ucuz işgücü (çalışan açısından değerlendirildiğinde olumsuz) ve hammadde sağlama kolaylığı ile nitelikli insan gücüne daha kolay erişim hususlarındadır.
1980_fabrika_v2
... küreselleşme sürecinin çalışma hayatı üzerinde getirmiş olduğu dezavantajlı ve riskli yönler bulunmaktadır.

Özellikle ucuz işgücüne erişim noktasında sosyal damping uygulamalarının da arttığı ve sonuçta ücretli sınıf açısından olumsuz, işletmelerin kar oranları açısından olumlu bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Pek tabi ki, küreselleşme sürecinin çalışma hayatı üzerinde getirmiş olduğu dezavantajlı ve riskli yönler bulunmaktadır. Bunların başında, sürekli artan yeni ve güçlü rakipler, farklı kültürler, kurdaki değişiklikler ve farklı kanunların getirmiş olduğu ekstra yükler sonucu büyük oranda belirsizliklerle karşı karşıya kalmaları gelmektedir. Özellikle küresel piyasalardaki iş çevresinin karmaşıklığı, belirsizliği ve taşınılan risk oranının ulusal pazarlara göre daha fazla olması, esnek hareket etme zorunluluğu ve güdüsü yönetim ve kontrolün daha zor ve problemli bir alan haline gelmesine neden olmaktadır.

Durum, çalışma hayatının en önemli kesimini oluşturan ücretli sınıf açısından ele alındığında, özellikle esnek çalışma sistemleri açısından değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bir taraftan katı işgücü piyasası uygulamaları sonucunda oluştuğu iddia edilen yoğun küresel işsizliğin geriye doğru çekilmesinde önemli bir fırsat alanı; öte yandan da güvencesizliğin ve kötü çalışma koşullarının aracı olarak görülen esnek çalışma sistemlerinin tamamen bir fırsat ya da tehdit mekanizması olduğunu iddia etmek oldukça zor görülmektedir. Bu noktada önemli olan, güvenceli esneklik modelinin ne ölçüde uygulanıp uygulanamadığı yönündedir.

Çalışma hayatı dendiğinde ilk akla gelen olgulardan bir tanesi şüphesiz ki eğitim sistemleri ile olan ilişkisidir. Özellikle yükseköğretim kurumları ile iş dünyası arasındaki işbirliği ya da eşgüdüm durumu, bir ülkedeki çalışma hayatının başarısında ya başarısızlığında büyük önem taşımaktadır. Bu noktada özellikle gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla rastlanan durum, özellikle özel sektörün yükseköğretim konusunda çok az bilgi sahibi olmasının paralelinde, yükseköğretim kurumlarının da özel sektörle işbirliği konusunda çoğu zaman geri planda durmayı tercih ettiği yönündedir. Bu durum, yükseköğretim ile çalışma hayatı arasındaki ortaklıkların çok nadir bir şekilde gerçekleşmesine, son derece sınırlı ve etkisiz staj olanaklarının yaratılmasına ve özellikle yerel ekonomi ile bağları çok güçlü olması gereken tüm yükseköğretim kurumlarının müfredatlarını bölgesel ihtiyaçlar göz önünde bulundurulmadan oluşturulmasına neden olmaktadır.

Eğitim ve Staj
... iş dünyasının talep ettiği ve çalışanlarda aradığı beceri gereksinimleri ile yükseköğretim mezunu gençlerin sahip oldukları beceriler arasında bulunan uyumsuzluklardır.

Bu eşgüdümsüzlük sorununun ortaya çıkardığı olumsuz gelişmelerden bir tanesi hiç kuşku yoktur ki, iş dünyasının talep ettiği ve çalışanlarda aradığı beceri gereksinimleri ile yükseköğretim mezunu gençlerin sahip oldukları beceriler arasında bulunan uyumsuzluklardır. Bütün bu uyumsuzluklar, güçlü bir ekonomik büyümenin sağlanması, işgücüne katılımın ve istihdamın artırılması ile rekabet edebilirlik noktasında büyük eksikliklerin doğmasına yol açmaktadır. Teknoloji çağının yaşandığı günümüz çalışma hayatı, güçlü ve vasıf kazandıran bir eğitim sürecinden geçmiş ve iyi yetiştirilmiş insan gücüne her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada bütün eğitim kurumlarından beklenen, etkin bir koordinasyon modeli içerisinde, iş dünyasının gerektirdiği nitelikte ve özellikte işgücünü hazırlamalarıdır.

İş dünyası ile yükseköğretim kurumları arasında arzu edilen uygun ortamın yaratılmasında okul kültürü ile iş dünyası kültürü arasındaki diyaloglara ve ortak projelere büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Bu noktada işletmelerin daha fazla akademik danışmanlık kullanması, stajyerlik sisteminin tamamen kurumsal bir zemine oturtulması, belirli dönemler dahilinde düzenlenen kariyer günlerinin ve eğitimlerinin daha da sıklaştırılması ve eğitim kurumlarının günümüzün gereklilikleri noktasında müfredatlarını güncellemeleri gerekmektedir. Bu boşluğu doldurmak üzere atılacak olan her türlü adım, ülkenin refah ve huzur düzeyinde de ilerleme göstermesine vesile olacaktır.

Meclis
Çünkü çoğu zaman siyaset dünyası, çalışma hayatı tarafından çevrilen çarkların, ülkelerin kendi içlerinde, ülkeler arası düzlemde, üretimin ve özellikle ...

Kendine has yapısal özellikleri ve kuralları bulunan; öncelikli olarak kar elde etme güdüsü etrafında şekillenen, acımasız rekabet ortamı içerisinde sürekli olarak büyüme ve genişleme kaygısı taşıyan ve özellikle günümüzde küreselleşme olgusunun da çarpan etkisi yaratmasıyla birlikte sermayedarların daha da güçlü olduğu çalışma hayatının dinamikleri ile sürekli etkileşim içerisinde olan bir diğer alan kuşkusuz siyasettir. Bu kurallar silsilesinde önemli olan çalışma hayatının enerji kaynağı olan çalışan insanların, insanca yaşamalarını sağlayacak çerçevenin yani bir diğer ifadeyle insana yaraşır iş olanaklarının yaratılabilmesidir. Bu noktada siyasi eğilimlerin de büyük önemi bulunmaktadır. Çünkü çoğu zaman siyaset dünyası, çalışma hayatı tarafından çevrilen çarkların, ülkelerin kendi içlerinde, ülkeler arası düzlemde, üretimin ve özellikle de gelirin dağılımında birincil derecede söz sahibi bulunan bir öneme ve güce sahiptir.

Hemen her ülkede bazı sermaye gruplarının, siyasi partilerle ve özellikle de hükümet temsilcileri ile sürekli bir ilişki içerisinde bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Hatta siyasi iradenin sermayenin duruşunu, bakışını ve var oluşunu çok ciddi bir biçimde doğrudan etkilediği şeklinde ciddi bir fikir birliği de bulunmaktadır. Bu noktada siyasi irade, çoğu zaman korunma içgüdüsüyle hareket edebilmekte ve hemen her yerde kendine yakın grupların oluşması yönünde hareket edebilmektedir. Özellikle siyasi kutuplaşmaların çalışma hayatının önemli kısmını oluşturan ücretli sınıf üzerindeki baskısının ciddi bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu baskıların ve sözü edilen olumsuzlukların asgari düzeye çekilebilmesi için sermaye kesimlerinin örgütlenmesi ancak bu örgütlenmeyi gerçekleştirirken sadece belirli mantalite, kültürel ve siyasal özellikler çerçevesinde şekillendirmemesi gerekmektedir. Bu örgütlerin temel amacı her şeyden önce sınıf çıkarlarını gözetmeleri ve tanımlamaları olmalıdır.

Makro anlamda çalışanların sektörel ve hatta ülke ekonomisi düzeyinde demokratik mekanizma içerisindeki yerini almasını; mikro anlamda ise işletme içerisindeki ekonomik ve sosyal içerikli tüm kararlara katılımlarını ve üretim süreçlerinden tutun da işyeri dışındaki yaşamsal alanlara dek uzanabilen geniş perspektifli bir ilişkiyi ifade eden “çalışma hayatında demokrasi” olgusu oldukça soyut bir görünüme sahiptir.

Çalışma hayatındaki demokrasinin ilk işlerliği kuşkusuz ki bu noktada başlayacaktır. Bu noktada güçlenemeyen bir demokrasinin işletme içerisinde işlerliği de zor hatta imkansız olacaktır. Geniş tabanlı bir katılımın ve konsensüsün sağlanması, işletme yönetimlerine yansıyacak ve yönetime katılma, kara katılma ya da birlikte yönetim gibi endüstriyel demokrasi modellemelerini de hayata geçirecektir.

Bu olgunun somut bir yapıya bürünebilmesinin yolu hiç kuşkusuz, çalışma hayatında meydana gelecek olumlu gelişmeler ve mevcut uygulamalardan geçmektedir. Bugün gerek ülke, gerekse de işletme yönetimleri yakın dönemlere dek katı bir şekilde savunulan aşırı merkeziyetçi ve dik hiyerarşik yapıları terk etmekte; bunun yerine, yetkilerin alt basamaklara doğru yayıldığı yatay hiyerarşik modellemelere geçmektedirler. Bunun paralelinde, özellikle işletmelerin sürekli olarak büyüme istekleri ve bunun sürdürülebilirliği çerçevesinde mevcut problemlerin ve anlaşmazlıkların çözümünde daha fazla sosyalleşmiş ve demokratize edilmiş çalışma alanlarına ihtiyaç bulunmaktadır.

Üçlü sac ayağı felsefesi içerisinde gerek devletin, gerek ücretlilerin (işçi sendikalarının) gerekse de işverenlerin (işveren ya da işveren sendikalarının) güçlü bir sosyal diyalog mekanizması çerçevesinde çalışma hayatına ilişkin alınacak olan kararlara, yeni düzenlemelere, kanuni değişikliklere katılımı büyük önem arz etmektedir.

Çalışma hayatındaki demokrasinin ilk işlerliği kuşkusuz ki bu noktada başlayacaktır. Bu noktada güçlenemeyen bir demokrasinin işletme içerisinde işlerliği de zor hatta imkansız olacaktır. Geniş tabanlı bir katılımın ve konsensüsün sağlanması, işletme yönetimlerine yansıyacak ve yönetime katılma, kara katılma ya da birlikte yönetim gibi endüstriyel demokrasi modellemelerini de hayata geçirecektir.

Bugün demokrasi olgusu, yaşamsal alanın tüm katmanlarının olmazsa olmazıdır. Aile içi demokrasi, sivil toplum demokrasisi, sendika içi demokrasi, işyerlerinde demokrasi, ülke demokrasisi ve sayılabilecek daha niceleri. İnsanların daha mutlu, daha müreffeh ve huzurlu yaşayabilmelerinin en önemli şartı, demokrasinin toplumun tüm katmanlarına alternatifsiz bir şekilde ulaşmasıdır. İnsanlık tarihi kadar eski bir uğraş olan çalışma olgusu içerisindeki dinamikler ise demokrasinin belkemiği olmalıdır.